Kadın ve genç girişimcilere seminerSosyal çevresi geniş olanların işlerinde daha başarılı olduklarını kaydeden Güven, iletişim kurabilmenin önemi üzerinde durdu. Güven: “Kendilerini başkalarına sevdiren, sosyal çevreleri geniş olan kimselerin daha başarılı ve mutlu oldukları inkâr edilemez bir gerçektir”Bingöl Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) Başkanlığı'nca yürütülen AB destekli “Kadın ve Genç Girişimciler İçin En İyi Fırsatlar Projesi” kapsamında ‘iş fikirleri ve fizibilite uygulamaları' konulu eğitim semineri düzenlendi. Dün saat 14.00'da BTSO Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen seminere konuşmacı olarak katılan Bingöl Üniversitesi İktisadi İdari Birimler Fakültesi İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Güven ve AB Proje Koordinatörü Mahmut Buyankara, katılımcılara ticaret sahasında olması gerekenler, yöneticilik ve iletişim konularında sunum yaparak detaylı bilgilendirmede bulundular. “Sosyal çevresi geniş olanlar daha başarılı” İş sahaları ve girişimcilikte insan ilişkilerinin önemine değinen Doç.Dr. Mehmet Güven, İnsan İlişkilerinin; bir örgütteki insanları birleştirip uyumlaştırarak çalışma durumuna getirmeye çalışan yönetsel bir işlev olduğunu söyledi. Kuruluşlardaki insan ilişkilerinin geliştirilmesiyle işbirliği ve verimliliğin arttığına dikkat çeken Güven: “Ayrıca çalışanların sosyolojik, psikolojik ve ekonomik gereksinmeleri karşılanır. Günümüz işletmelerinde insan ilişkileri; elde edilen kazanç kadar önemlidir. Çünkü bir çalışanın davranışı, görünüşü ve konuşması ile kurumunu müşteriye beğendiren, vitrini oluşturan kişi olmaktadır. Günlük yaşam; sosyal ilişkilere dayanmaktadır. İş yaşantısında ise sosyal ilişkiler bir zorunluluk haline gelmiştir. Çalışanlar arasında kendilerini başkalarına sevdiren, sosyal çevreleri geniş olan kimselerin daha başarılı ve mutlu oldukları inkâr edilemez bir gerçektir” dedi. “Kendini ifade edebilme önemlidir” “Çalışanların, üstleri ve astlarıyla olan ilişkileri ile dış ilişkilerinde aynı başarıyı gösterdiğinde, hem kurumun kamuoyundaki saygınlığını, hem de kendi saygınlığını arttıracağını dile getiren Güven: “Günümüz insanın en çok zorlandığını itiraf ettiği iletişim; Duygu, düşünce veya bilgilerin, akla gelebilecek her yolla (görsel, yazılı ve sözlü yöntemler; Konuşma, dinleme, yazma, eylem, davranış, tavır, resim, işaret) karşımızdaki kişi veya gruplara aktarma işlemidir. İletişim halindeki kişi ya da kişiler arasındaki bir şeyi ortak kılmak, anlaşma ve uzlaşma sağlamaktır. Karşı karşıya gelen iki insan arasındaki ilk etkileşim, iletişim sürecinin önemli bir belirleyicisidir. Bu etkiyi yaratan faktörler karşılaşılan kişinin beden dilinden, kullandığı kelimelere ve kişinin taşıdığı aksesuarlardan içinde bulunduğu fizik ortam nesnelerine kadar geniş bir dağılım gösterir. Bütün bu faktörlerin bileşkesi “algılayan kişinin” değerlerinde bir yer bulur ve o çerçeve içinde yorumlanır” diye konuştu. İnsanların yüzde 90 ı ilk birkaç dakikada daha çok görünüşe göre yargıya varmakta olduğunu ifade eden Güven, “ Yalnızca bilgilerin değil, duygu ve düşüncelerin bir bilgi olarak aktarılmasındaki eylemler ve bu eylemlerin biçimi, iletişimin özünü yapılandırır. Buna İletişimin evrensel yönü denir. Bilgiyi veriş biçimi, sözlerin bedendeki ifadesi, iletişimi değerlendirmede önemli bir noktadır. Gülen bir yüz, ancak gergin yüz hatları ile iletişimde bilgilenmek ve kavramak anlamak değildir. Amaç anlayarak kavramaktır. Hastanın ne istediğini kavrar, ancak ne yaşadığını anlayamazsınız. İletişim ortaktır, bir başka kişi ile yapılandırılır. Eğer alıcı hazır değilse iletişim yolu kapalıdır. Kanaldan alıcıya ulaşmaz. İletişimi kelimeler, eller, gözler gibi bütünlükten soyutlayıp süreçteki bir kesite bakarak değerlendirirsek yanılabiliriz. Örneğin Ellerin masaya dayanması, sandalyeye ters oturmak, sözsüz iletişim açısından destek aramak ve güvensizlik işareti olarak yorumlanır. Bazen güvensizlikten değil, bedenimizi dinlendirmek, belimizdeki rahatsızlığı gidermek için olabilir. Yine ayakta duran ve bacaklarını birbirine dolayan kişinin güvensizlik ve gerginlik işareti verdiği düşünülürken, soğukta üşümek veya tuvalet ihtiyacı olduğu anlamına gelebilir” şeklinde konuştu. Buyankara, AB'nin kuruluş ve sürecini anlattı Katılımcılara Avrupa Birliğinin (AB) tarihsel olarak oluşma sürecini anlatan Mahmut Buyankara, Birliğin temelinin 2.Dünya Savaşı sonrasında kömür ve çelik sektöründe örgütlenmeye giderek atıldığını söyledi. Buyankara: “Avrupa Birliği'nin temelini, 2. Dünya Savaşı sonrasında sanayi açısından özellikle önemli iki temel hammadde olan kömür ve çelik sektörünü güçlendirmek ve bunları uluslar üstü bir otorite ile kontrol ederek barışı sürdürmek amacıyla 1951yılında kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu oluşturmaktadır. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, 18 Nisan 1951 yılında Belçika, Almanya, Fransa, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya arasında imzalanan Paris Antlaşması ile kurulmuştur. Türkiye de, 31 Temmuz 1959'da Topluluğa ortak üye olabilmek için başvurusunu yapmıştır.12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Bunu 1970 yılında imzalanan Katma Protokol izlemektedir Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu (AET) ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu'nu (Euratom) kuran Roma Antlaşmaları (1957), Avrupa Tek Senedi (1986) ve Maastricht Avrupa Birliği Antlaşması (1992), Altılıların barışı Birleşik Krallık, Danimarka ve İrlanda'yı Topluluk üyeliğine başvurmaya yöneltti. General “de Gaulle” yönetimindeki Fransa'nın 1961'de ve 1967'de iki kez veto yetkisini kullandığı çetin bir pazarlık dönemini takiben, bu üç ülke 1972 yılında üyeliğe kabul edildiler. Topluluk 1981'de Yunanistan'ın, 1986'da da İspanya ve Portekiz'in katılmalarıyla güneye doğru genişledi” dedi. 1 Ocak 1995'te Avrupa Birliği'ne üç yeni üyelerin katıldığını ifade eden Buyankara, “ Avusturya, Finlandiya ve İsveç kendilerine özgü katkılarıyla Birliği zenginleştirmekte, Orta ve Kuzey Avrupa'da yeni açılımlar sağlamaktadırlar. 2004 yılında ise on yeni ülke Avrupa Birliği'ne üye oldu. Bu ülkeler arasında Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya, Slovakya ve Slovenya bulunmaktadır. 1995 tarihinde üyelik başvuruları kabul edilen Bulgaristan ve Romanya ile 2000 yılında resmi müzakerelere başlandı ve 2007'de birlik üyesi oldular. 1987 yılında üyelik başvurusunda bulunmuş olan Türkiye ise 3 Ekim 2005'te müzakere çerçeve belgesinin kabulü ile resmen müzakere sürecine başlamaya hak kazanmıştır. Aralık 1999 tarihinde Helsinki Zirvesinde Ülkemizin tam üyeliğe adaylığı kabul edildi.2004'te adaylık başvurusu yapan Makedonya ise Aralık 2005'te aday ülke statüsü kazanmıştır. Son olarak da Arnavutluk, Sırbistan-Karadağ, Bosna Hersek ve BM güvencesi altında korunan Kosova adaylık statüsü bekleyen ülkelerdir” şeklinde konuştu. YORUM YAZIN
|
|