2005 yılındaki kuruluş aşamasında ve sonrasında Türkiye'nin hassasiyetlerini dikkate alacağını, herkes için demokrasi isteyeceğini, etnik milliyetçiliğe hapsolmayacağını söyleyen DTP Türkiye'nin sükûnete en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde maalesef bu sürece katkı vermemektedir. Öyle anlaşılıyor ki süreç, Habur'daki ağır tahrik sonrası İzmir'e kadar taşınmıştır.
Başkalarından sinirlerine hâkim olmalarını ve demokrasi için ciddi çaba sarf etmelerini talep eden DTP'nin kendisinin bu konuda hiçbir katkıda bulunmaması çok dikkat çekicidir. Şunu anlamak çok zor: Toplumsal uzlaşıyı, ortak değerlerde buluşmayı ve farklı toplumsal kesimler ile empati kurmayı bu kadar önemsediğini söyleyenler, İzmir'de PKK bezleri açanların veya Öcalan'ı destekleyenlerin nasıl bir gerilim yaratma çabası içerisinde olduklarının farkında değiller midir? Evet, toplumsal hafızamız zayıf olabilir, ancak 20 Haziran 1987'de Mardin ili Ömerli ilçesi, Pınarcık köyünde 16'sı çocuk, 6'sı kadın, 8'i erkek, toplam 30 kişinin katledildiği vahşeti unutacak kadar değil. Öcalan'ın bu eylemden soyutlanması mümkün müdür? Ya da Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde aralarında kadınların da bulunduğu 28 kişinin 6 Temmuz 1993'te katledilmesi ve benzeri daha birçok vahşet PKK ve Öcalan'dan ayrı düşünülebilir mi?
Niyetimiz kesinlikle yakın tarih trajedilerini günümüze taşıyarak çatışmaları alevlendirmek değil. Ancak empati kurmak ve geçmiş ile yüzleşmek sadece asit kuyularının ortaya çıkarılması ile sınırlı tutulamaz. Türkiye'nin batısı doğusuna kucak açar, demokrasiyi savunup hukuk standartlarını yükseltir ve hatta geçmişi ile yüzleşmeye bu kadar yakın dururken, doğunun bir kısmını temsil ettiğini iddia eden bir partinin yandaşlarının Türkiye'nin en batısında PKK bezleri açmaları, kanla yıkanmış bir örgüt lideri lehine sloganlar atmaları kabul edilemez bir tahriktir. Demokratikleşme sürecinde içtenlik testi muhakkak karşılıklı empati gerektirmekte ve süreç ‘ikimizin hikayesi' olarak düşünülmek zorundadır. Yakın tarihimize bakacak isek birlikte bakacağız ve sonuçta acılarımızı birleştirerek mutlu, güçlü ve özgür bir Türkiye'yi inşa edeceğiz. Ancak bu süreç masumların katledildiği terör eylemlerinin meşrulaştırılması üzerine inşa edilemez.
İzmir'de DPT'lilere atılan taşlara tepki gösterebiliriz, bunu demokratik bulmayabiliriz ki ben de yapılanı onaylamayanlardanım; ancak, taş atanların faşist olduğunu iddia etmek toplumun hassasiyetinin doğru okunmadığını göstermektedir. Ahmet Türk saldırıları “faşist anlayış” olarak tanımlamakla Mussolini ve Hitler'le özdeşleşen ırkçı siyaseti ve demokrasiye kökten karşı çıkan bir yaklaşımı ön plana çıkarmaktadır. Bu tanımlama sorumluluğu tamamen karşı tarafa atan ve özünde empatiyi katiyen barındırmayan kolaycı bir yaklaşımdır. Oysaki kalabalığın neden öfkelendiğini ve neden tahrik olduğunu anlama zahmetine katlanacak bir DTP, sadece ülkenin batısında değil, doğusunda da bir kısım sessiz kalabalıkların PKK ve Öcalan ile özdeşleşen şiddetin normalleştirilmesi çabasına karşı çıktıklarını görecektir. Türkiye'deki Kürtlerin haklarına eskisinden çok daha fazla ‘evet' diyen ve bunun normalleşmesini savunan geniş kitlenin karşısına böylesine simgesel cinayetlerle anılan bir örgütü ve liderini koymak ne demokratikleşme sürecine ne Türkiye'de hukukun içselleştirilmesine ne de daha fazla özgürlüğe katkı sağlamaktadır. İzmir'deki öfkeli kalabalığın davranışları tasvip edilemez, ancak bu kitlenin ağır tahrikler karşısında taşlı saldırıda bulunması faşizan değil, olsa olsa tepkisel bir durumdur. Bu tür toplumsal olaylar karşısında olayların nedenleri konusunda kendi payına düşeni okumadığı sürece DTP'den Türkiye'nin hiçbir bölgesine daha fazla demokrasi getirmesi beklenemez. Faşizm mi? Bu sadece aynada kendine bakamayanların son zamanlarda kestirmeci bir yaklaşımla başkalarını suçlamasının adı olmaya başlamıştır.
İhsan BAL
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Uzmanı