Gün çevik bir'e vurma günü'mü ??HİÇ de mütevazı davranmayacağım... Ben 28 Şubat günlerinde Kanal 7'de kelle koltukta mücadele vermiş bir adamım... "Topyekûn savaş"a karşı esaslı bir direniş sergiledim. Pısmadım... Susmadım... Korkmadım... Oysa... Dönemin kudretli generali Çevik Bir, resmen ve alenen uğraştı benimle... Mahkemelere "talimatname gibi" şikáyetler yağdırdı. Hakkımda TCK 159'dan davalar açıldı, "Devletin askeri kuvvetlerini tahkir ve tezyif etmek" suçlamasıyla Ağır Ceza'da yargılandım. Yetmedi... Askeri hastanelerde aylarca süründürüldüm... Buna karşılık ben, zalimin zulmüne karşı asla zillet göstermedim. "Yumuşak başlı isem kim demiş uysal koyunum / Kesilir fakat çekmeye gelmez boynum" diye haykırdım... "Aman" dilemedim. Zerre kadar yavşamadım. Hem dik durdum, hem de diklendim... Ne varsa söylenmesi gereken, hepsini sonuna kadar söyledim. "Korkağın teki" olduğum halde o günlerde tuhaf biçimde bir "deli cesareti" geldi üzerime. Belanın üstüne üstüne gittim... * * * O günlerde ben belanın üstüne üstüne giderken... Aynı cephede çarpıştığımızı düşündüğüm yoldaşlarım, ürkek bir ceylana dönüşüvermişlerdi. Mesela Türkiye Gazetesi çevresi, anında teslim bayrağını çekmişti. "Mehmetçik" programlarıyla askere selam çakıyorlardı... Mesela Zaman Gazetesi çevresi, "gık" bile demiyordu. Askeri üzecek tek bir satıra bile yer yoktu yayınlarında. Mesela Fethullah Gülen Hocaefendi, Kanal D'ye çıkıp askere sıcak mesajlar gönderiyor, Erbakan'a ise bindiriyordu. "Hocaefendi", Çevik Bir'e bırakın bir "şefkat tokadı" atmayı, kaş bile çatmıyordu... Mesela "yeşil sermaye" sahipleri, şirketlerinin yönetim kurullarına üye yapmak için münasip emekli generaller arıyor, bulduklarını da bol maaşla taltif ediyorlardı. Mesela nice anlı şanlı İslamcı yazarlarımız kimseye çaktırmadan sıvışıyorlar, "Viran olası hanede evlad ü ayal var" şiirini okuyorlardı. Mesela günümüzün korkusuz cengáverleri liberal aydınların büyük çoğunluğu, "Cami ile kışla arasına sıkışıp kalmak istemiyoruz" tezini seslendiriyorlar, fakat "kışla"ya bir vuruyorlarsa, "cami"ye bin vuruyorlardı... * * * Gün geçti, devran döndü. Çevik Bir'e vurmanın hiçbir bedelinin olmadığı günlere eriştik. Ve bir de baktık ki... "Çevik Bir'i dövme sezonu" açılmış! Ürkek ceylanlar, yırtıcı aslanlara dönmüşler! Zaman Gazetesi, "Çevik Bir'in yaptığı zalimlikler" konulu haberlerle dolu... Her köşeden "Neler çektik neler" nidası yükseliyor... Kısacası: Çevik Bir şamar oğlanı olmuş; gelen vuruyor, giden vuruyor... Bu arada... Benim de kapımı çalıyorlar. Diyorlar ki: "Ey Ahmet Hakan... İşittik ki Çevik Bir sana da zulmetmiş... Hadi konuş... Şimdi vurma zamanı..." Bense bir zalime karşı söylenmesi gerekenleri vaktiyle söylemiş olmanın verdiği olağanüstü tatmin duygusuyla... "Gidin işinize" diyorum, başka da bir şey demiyorum. Safımı seçmiyorum AKP'lilerdeki mesnetsiz özgüven patlamasına kıl oluyorum. Üsluplarının gittikçe sevimsizleşmeye başladığını görüyorum. Bir yenilgi tatmalarının şımarıklıklarına iyi geleceğini düşünüyorum. Ancak... Yine de benim için AKP, kendisine karşı yalın kılıç mücadele edilmesi gereken "düşman parti" değildir. Meşrudur. Partilerden bir partidir. Bu nedenle... Bazı "aşırı laik" arkadaşlarımızın, kendilerine yakın buldukları bazı AKP'li başkan adaylarına, "Senin ne işin var düşman saflarda?" gibi imalı sorular sormasına ifrit oluyorum... Bu muamelenin en fazla yapıldığı isimlerin başında AKP'nin Beşiktaş Belediye Başkan Adayı Sibel Çarmıklı geliyor. Sibel Çarmıklı'ya, "Sen ki laik, modern, şık, sosyetik bir kadınsın. Ne işin var şu AKP denilen dinci partinin saflarında?" diyorlar. Tamam... Başbakan Erdoğan, son zamanlarda yaptığı çıkışlarla olayı bir "meydan muharebesi" havasına çevirdi ama yine de bu oyuna gelinmemeli. Eğer üzerimizde "Safını seç" baskısı varsa, buna karşı derhal hizaya geçmek yerine, "Safımı seçmiyorum" diye haykırmamız gerekir... Sonuçta "Beşiktaş'a kim daha iyi hizmet edecek?" sorusuna yanıt arıyoruz, "Kim daha cumhuriyetçi?" sorusuna değil... Ahmet Hakan / Hürriyet ahmethakan@hurriyet.com.tr YORUM YAZIN
|
|