Gözardı edilen insani mefhum!Açtırmak için ikna odası kuran ve her şeyin doğrusunu bilen zihniyetin insani mefhumlar söz konusu olduğunda genellemeleri nereye kadar sürecek?Leyla İpekçi yazısı Boğaziçi Üniversitesi'nde rektör değişimiyle başlayan başörtüsü yasağını duyduğumda bir süre önce okuduğum Henüz Özgür Olmadık kitabını yeniden elime aldım. Hilal Kaplan, Neslihan Akbulut ve Havva Yılmaz'ın hazırladığı ve Hayykitap tarafından yayınlanan bu kitabın her türlü siyasi, cinsiyetçi, sınıfsal, kültürel ayrımcılığın ötesinden, hakikatin ‘neyse o olan' en yalın halinden bize seslendiğini söyleyebilirim. Bu yüzden bu kitapta kendi deneyim, gözlem ve düşüncelerini anlatarak ezber bozan başörtülü başörtüsüz her tanığın, bu ülkenin gayri resmî tarihine ortak bellek oluşturma açısından eşsiz katkısı olduğuna inanıyorum. Ve bizzat başörtüsünün de bu ülkenin üniversitelerinde yıllardır ‘canlı' tanıklık ettiğini, çünkü kendi konuştuğu bir ‘dil' olduğunu –her ne kadar bazıları kendi vehimlerini duymayı tercih etse de- hatırlatmak istiyorum. Bu, şüphesiz başka bir yazının konusu. Bu yazıda ise tek bir mağdurun tanıklığından ufacık bir bölüm aktarmak istiyorum yalnızca. Adaletsizlik söz konusu olduğunda uzun uzadıya ayrıntılandırmak gerekmiyor maruz kalınan zulümleri. Bazen tek bir ‘yaşanmışlık' bile bütüne şahitlik edebiliyor. Zalimliğin vicdanlarda ‘gri noktalar'la tartılabilen bir karşılığı yok çünkü. Nesrin üniversiteyi kazandığında babasıyla Urfa'dan gelmiş kayıt olmaya. Kayıt haftasında örtülü almışlar öğrencileri, fakat daha sonra kayıt bitince almamaya başlamışlar. Bunun üzerine –kayıt bitmiş olmasına rağmen- babası Nesrin'i her gün okula götürmeye çalışmış. Böyle bir baba kız hikâyesi okumak içimi daha ilk andan burmuştu. Yerleşik kanı, kızların aile baskısıyla ya da mahalle baskısıyla örtündükleri yönündeydi. Ya da tarikatlar, cemaatler tarafından kullanıldıkları şeklindeydi. Kızların üniversite kazanmak için yıllarca çalışmaları, ailelerinin mali zorluklara göğüs germeleri okul yönetimini tahrik etmek gibi absürt bir gerekçeye bile indirgenebiliyordu vicdansızca. Genç kızların ve ailelerinin kendi hayatları için verdikleri bütün çabalar, sarf ettikleri emek ve geleceğe dönük hayaller toptancı bir niyet okumayla siyasi sembol adı altında resmî tarihe kaydedilmeye çalışılıyordu. İnsafsızca. Tüm bunları sineye çeken babanın ne siyasetle, ne de yerleşik önyargılarla ve niyet okuma seçkinciliğiyle uğraşacak derdi yoktu aslında. Çünkü “şapka tak gir” diyerek kızına kendince yol gösterecekti. Üniversiteyi kazanan kızını okutmak istemektedir, arzusu budur. Gerisini Nesrin'den öğrenelim: “Babam okulda, dekanlıkta, mimarlık fakültesinde her gördüğüne anlatmaya çalışıyordu. Bakın benim kızım örtülü. Bunu bilerek isteyerek yapıyor. Çok seviyor. Okul onun hayatı. Ben istemiyorum böyle bir şeyin kızımın hayatını etkilemesini.” “O kadar gücüme gitti ki. Babam adeta hiç tanımadığı insanlara yalvarıyordu. Ve ben babamı hiç böyle görmemiştim. O kadar acıklı, o kadar insanların gözünün içine bakarak yalvararak konuşuyordu ki, adeta, ben onu buraya bırakacağım ama kızıma kötü davranmayın demeye çalışıyordu.” Büyük şehre kızını okutmaya gelen bir babanın kızını emin ellere teslim etmeyi istemesinden daha doğal ne olabilir? Okulda önüne çıkan herkese kızının önünde yalvarması, bir bakıma başörtülü kızlara eğitim yollarını keyfi hukuk yorumlarıyla tıkayan bir anlayışın iflas ettiği yer değil midir? Kızını kendisinin zorla örtmediğini, ona kalsa şapka gibi seçenekleri, hatta örtüyü tamamen atma gibi çözümleri savunacağını ima etmeye çalışıyordu tanımadığı herkese. Gerçeğin ilanıydı bu aslında. “Sanki gözaltında bir yakınının olması gibi” diyor, ailesi telefon ettiğinde onları teskin edici yanıtlar vermeye dikkat eden Nesrin. “Tek başıma yaşasaydım bu kadar incinmezdim. Ama ailem benim için benden daha değerli. Benimle birlikte onlar da bu acıyı yaşıyor.” Baş açtırmak için ikna odası kuran ve her şeyin en doğrusunu bilen zihniyetin irade kullanmak, birey olmak gibi temel insani mefhumları başörtülüler söz konusu olduğunda gözardı ederek kaba bir genellemeye teslim olması nereye dek sürecek, kaç aileyi perişan edecek bilinmez. Ama şimdilik başörtüsü yasağı özgür düşünceyi, çoğulculuğu ve hakikat arayışını kuşatması beklenen üniversitelerin rektörlerinin insafına ve vicdanına keyfi olarak terk edilmiş durumda. Başı açık olmanın özgürlüğün önşartı olduğu yanılgısıyla birlikte... Tanıklığa ısrarla devam etmek gerekiyor. İnsan kalabilmek adına. (Taraf) YORUM YAZIN
|
|