En iyi bildikleri, gerçekleri tersine çevirmek...Sadece bu mesleğe yıllarını vermiş her gazete ve televizyondan onurlu insanlar görmüyor bunu, medya tarafından tâciz edilmiş yerli-yabancı herkes bunun farkında. Farkında olduğu içindir ki, çatırdayan köhnemiş medya düzeninin imdadına koşan pek çıkmıyor. Medyanın en önemli patronlarından birinin, fî tarihinde yaptığım, “Yayınlarınızdan pek çok kişi şikâyetçi” eleştirisine verdiği, “Ne demezsin, kendi eşim bile beni hesaba çekiyor” cevabı hâlâ kulaklarımda... Çarpık medya düzeninin itibarları ayaklar altına alan, insanları en sevdikleri kişiler önünde başı eğik hale getiren haksız ve yanlı yayınları karşısında kimse 'masun' değil bu ülkede. Sadece siyasiler, onların da 'sağcı' bilinenleri hedef gibi görünüyor olsa da... Bu görüntü kısmen doğru: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Ak Parti'yi kapatma davasına 'kanıt' olarak gazetelerde çıkan çoğu tekzip yemiş haberler ile yorumları sunmuştu... Ancak bütünüyle doğru değil: CHP lideri Deniz Baykal'ın siyasi hayatı da, her dönemeçte, saptırıcı yayınları ve yorumlarıyla karşısına çıkan yayın organlarıyla mücadele ile geçti. İş dünyası da öyle. Çok reklâm verenleri genellikle kollayıp korudular belki, ancak rekabet ortamı saldırmalarını gerektirdiğinde hiçbir 'büyük' tanımadıklarını biliyoruz. En itibarlı işadamlarından birinin eşi, en büyük gazetenin manşetinden, yalan yere 'hırsız' diye teşhir edilmiş bir ülkedir burası. Yıkıcı haberler ve yorumlar karşısında ne yapacağını bilemeyen patronlar, çareyi, kendileri de gazeteler ve televizyon kanalları satın almakta buldular. Bu tedbir de koruyamadı onları. İtibar suikastına uğratılanlar arasında Türkiye'nin yabancı dostları da var. Claudia Roth ile Jost Lagendijk şimdikine benzer ortamlarda seslerini yükseltip medya baskısına karşı çıkarlardı; bugün sükûtlarını bozmuyorlarsa, sebebi, Türkiye'deki gazete ve dergilerin kişisel haklar ve özgürlükler konusunda hiç de iyi sınavlar vermediğini bilmeleridir. Çok satan gazetede Lagendijk'ın sözlerinin nasıl çarpıtıldığını yayın yönetmenine yaptığı protestolardan biliyoruz. Ancak faaliyetlerine 'sponsor' olunan, ya da yönetiminde grubun bir üyesinin yer aldığı kuruluşlardan tepki geliyor Avrupa'dan; onlara da tepki denirse... Ülkemizdeki gelişmeleri yakından izleyen hemen herkes, yerlisi-yabancısıyla, üslubu tasvip etmeseler bile şu sıralarda süregiden kavganın ne adına olduğunun farkındalar. 'Özgürleştirici' olması gereken medya organlarının 'zenginleştirici' bir işlevi olduğunu ve halkın haber alma hakkını yerine getireceği vaadiyle edindiği gücünü zaman zaman o hakkı engellemek için kullanabildiğini biliyorlar çünkü... En çarpıcı örnek 1 Mart (2003) 'tezkere krizi' sırasında yaşandı. Bugünden geriye bakınca Bush'un bile “Keşke yapmasaydım” dediği savaş maceracılığını Türkiye'nin başına belâ etmek üzere oluşan cephe nerede yuvalanmıştı? Kıl payı başarısız kalan o cephe, çabasında başarılı olsaydı, ülkemizi bugün çok farklı sıkıntılara muhatap kılacaktı. Neo-Çılgınlar etkisindeki Amerikan medyasının yalan-dolanlarını hiç sorgulamadan sütunlarına taşıyanları unutmadık; Amerika'dakiler özür dileye dileye bir hal oldu, bazısı kalemini kırdı, kenara çekildi, bizdeki uzantıları ise hâlâ akıl vermeyi sürdürüyor. Sürdürsünler sürdürmesine de, “Sürdürmesinler” diyenleri çıkarcılıkla itham etmesinler... Bizim itirazımız, Türkiye'de evrensel ilkelere sadık yeni bir medya düzeni oluşturmak adına... Yani halkımız adına... Onlar ise kendi çıkarlarını korumak için kuralsız ve acımasız bir kavga veriyorlar... f.koru@yenisafak.com.tr YORUM YAZIN
|
|