Dış politika kol saatinde gizliTürkiye'nin dış politikası açısından son 15 günün özeti, Obama'nın kol saatinde ve Rasmussen'in omuz askısında gizli. İlkini Tophane'de çıplak gözle izledim. İkincisini ise televizyonda gördüm. İşte izlenimlerim…ABD Başkanı Barack Obama, geçen salı günü Türkiye'den ayrılmadan önce Tophane-i Amire'de üniversite öğrencileriyle buluştu. ”Prompter” yerine bu kez kâğıttan okuduğu giriş konuşmasının ardından, toplantıyı “ezan okunana kadar” bitireceğini söylerken kolunu sıvayıp saatine baktı. Sonunda, Obama'nın, "kişiliğinin bir özeti" sayılabilecek saatini ben de çıplak gözle gördüm. Markası ve modeli, Jorg Gray 6500 Series Chronograph. Geniş kadranlı, spor tarzdaki bu kol saati, 325 dolarlık fiyatıyla bir ABD Başkanı için oldukça mütevazı. Kadranı simsiyah, ama akrep ve yelkovan beyaz... Mekanizması Uzak Asya'dan, kayışı Avrupa'dan, ama kendisi Amerikan üretimi… Gizli servis ajanları, Obama'ya bu saati 46'ncı doğum gününde hediye etmişlerdi. Bu özelliklere bakıp gerekli mesajları siz çıkarın. * * * Bana kalırsa, Obama, “doğal”, “samimi” ve “dürüst” bir portre çizdiği Tophane toplantısının ardından tüm öğrencilerle tek tek vedalaşırken, özel yaşamında da sahiden “iyi bir insan” olduğu izlenimini verdi. Ama çok da anlamlı olmayan ezan göndermesi ve göbek adı olan Hussein'i defalarca tekrarlaması gibi “zorlamalarla”, ne de olsa bir “siyasetçiyle” karşı karşıya olduğumuzu unutturmadı bize... * * * Obama'dan bir gün önce, Medeniyetler İttifakı forumu için İstanbul'a gelen Anders Fogh Rasmussen, gece tuvalete kalkarken düşüp kolunu çıkardı. Olaylı NATO zirvesinde Türkiye'nin vetodan vazgeçmesi üzerine Genel Sekreter seçilen Rasmussen, Danimarka Başbakanlığı görevini devrettikten sonra geldiği İstanbul'da “omuz askısıyla” çıktı kamuoyunun karşısına. Ne İslam aleminden özür diledi, ne de Roj TV'nin kapatılacağı sözünü verdi. Böylece “acı gerçek” ortaya çıktı. NATO zirvesinde Ankara'nın "temelsiz" bir çıkış yaptığı ve sonunda AB'nin hışmına uğrayıp "rücu ettiği" ne kadar gizlense de, aslında başından beri belliydi. Yaşananlar, bizim açımızdan "diplomatik bir hezimete" oldukça yakındı. Ama "iktidara yakın" medya, bunu bile büyük bir zafer gibi sunmaya çalıştı. Bu durumda ben, önce Rasmussen'in omuz askısına, sonra Obama'nın kol saatine bakıp sordum: Kefil ABD Başkanı bile olsa, ortada yazılı bir antlaşma olmadan, ciddi bir devlet adamı, üçüncü bir ülkenin başbakanıyla ilişkilerde nasıl olup da bir "garantiden" bahsedebilir? Dünden itibaren Batı basınında çıkan hiçbir haberde artık Türkiye'nin aldığı garantilerin lafı edilmiyor. Önce zirvenin "tadını kaçırıp", sonra "yola getirildiğimiz" söyleniyor (İslam aleminde bile). Strasbourg'da madem bir yola girdik, neden kendimizi böyle küçük düşürüp sonunda geri adım attık? NATO Genel Sekreteri'nin seçilmesi meselesi acil değildi. Temmuz ayına kadar vakit vardı. Üstelik Obama da bu zirvede bu meselenin "öncelikli" olmadığını açıklamıştı. Buna rağmen bütün ödünleri vererek, "yeteneğinden şüphelendiğimiz" birine NATO Genel Sekreterliği'ni "afakî" vaatler karşılığında elimizle teslim etmemiz "bozgun" değil de nedir? * * * Olay soğumuş, taşlar yerine oturmuş ve kafalardaki soruların hepsi ne yazık ki aleyhimize yanıtlanmışken, şimdi şahsen hayıflanıyorum: Keşke bir yola girmişken kararlı davransak, "temelsiz" de olsa o inadımızı birkaç ay daha sürdürsek, bâri Roj TV'nin kapatılmasını bizzat garantileseydik. O zaman Rasmussen belki bu hafta için bize tavır koyar, İstanbul'a gelmez, dolayısıyla kolunu çıkarıp o omuz askısını takmazdı. Ama hiç merak etmeyin, “Obama'nın saati” kolunda olur, ona bakıp gülümseyerek yine "Ezana kadar sohbet edebiliriz" derdi. Kısacası, durum “ulusal çıkarlarımız” ve “ulusal itibarımız” açısından bugünkünden çok daha parlak olurdu. Bunlar olmadı, hiç olmazsa zafer şarkıları söyleyip milleti aptal yerine koymayalım. hurriyet YORUM YAZIN
|
|